Key Points

`Win or lose, everybody gets what they want out of the market. Some people seem to like to lose, so they win by losing money.` Ed Seykota

30 Ağustos 2015 Pazar

"Büyük" Olanlar


Gerçekten büyük olanların hiçbiri, bildiği konuda ne büro açar, ne konferans verir, ne de kitap yazar. Bilmek, susmayı da beraberinde getirir ve gerçeği anlatmak için en etkili propaganda, kişinin kendini örnek olarak ortaya koymasıdır. Böyleleri, kendine inanacak ve fikirlerini yayacak insanları kolaylıkla bulur. 

"Büyük" olanlar en gerçek anlamıyla sıradandır, ilgisizdir. Sizden inanmanızı istemez; fakat bu sonucu, davranışlarıyla elde ederler; uyarıcı ve uyandırıcıdırlar. Miskin hayatınızı nasıl kullandığınız onları hiç mi hiç ilgilendirmez. Çünkü bunun kendi uğraşınız olduğunu bilir görünürler. Kısacası, yeryüzündeki görevleri, yalnız ve yalnız teşvik etmektir. Bir insandan daha ne beklenir ki?

Düş Kurma Cesareti, Henry Miller

11 Ağustos 2014 Pazartesi

DEVLET REFORMU ve DEMOKRATİKLEŞME: A. KORKUT ÖZAL



DEVLET REFORMU ve DEMOKRATİKLEŞME:
Kapsamlı bir Devlet Reformu ve demokratikleşme hareketinde Devlet ve Siyasetin yapısında aşağıdaki değişimlerin yapılması zorunludur:
1. Anayasa başta olmak üzere bütün ilgili yasalar, Merkezi ve Yerel Yönetimler, Demokrasinin evrensel değerlerini en geniş kapsamda gerçekleştirecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.

2.  Yasama, Yürütme ve Yargı Erkleri “Karşılıklı Denge ve Denetim” ilkesine göre birbirinden bağımsız kılınmalıdır.

3.  Yargı erki tam ve mükemmel bir şekilde bağımsızlaştırılmalı ve siyasallaşması kesin olarak önlenmelidir.

4.  Kapsamlı ve etkin bir Kamu Yönetimi Reformu ile Devlet Asli Görevlerine çekilmeli ve bu fonksiyonları en iyi yapacak dinamik bir yapıya kavuşturulmalıdır.

5.  Devletin Merkezi Yapısı, Devleti ancak devletçe yapılması zorunlu olan, asli görevlerine hizmet edecek bir şekle getirilmelidir. Devletin başlıca asli görevleri arasında şunlar sıralanabilir:

a- Hukuk Devleti: İnsanların Temel hak ve özgürlüklerini tam manası ile yaşayabilecekleri evrensel değerlere dayalı bir hukuk devleti düzeninin güçlü bir şekilde tesis ve idamesi. Bu bağlamda, devletin kendini bir an önce hukuk devleti haline getirip meseleyi kökünden halletmesi gerekir. Hukuk devleti de şu ayaklar üzerinde duracaktır:

-İnsanların hukukunu koruyup, her türlü zulüm ve haksızlığa engel olacak adil ve etkin bir devlet yapısı,

-Vuku bulabilecek haksızlık ve zulümlerin hızla giderileceği adil ve etkin bir yargı ve infaz sistemi,

-Toplumun huzur ve güvenliğini hakkıyla gerçekleştiren ve halkı ile bütünleşmiş bir iç güvenlik sistemi

b-  Dış güvenlik:

c-  İç Güvenlik:

d- Sosyal Dayanışma: Geri kalmış bölge ve kesimlerin yaşam şartlarının arzulanan seviyeye ulaştırılmasını sağlayacak etkin ve gerçekçi sosyal politikaların oluşturulması ve uygulanması. 
Merkezi Devletin halen bunlar dışında kalan fonksiyon ve kurumları ya özelleştirilmeli veya yerel yönetimlere devredilerek yerelleştirilmelidir.

6.  Devlet yönetiminde politik çıkar üretilmesi ve rant olarak dağıtılması olanakları yok edilmeli. Siyaset bir çıkar yeri olmaktan çıkarılıp,  hizmet yeri haline getirilmeli.

7.  Tam Başkanlık Sistemine Geçilmelidir: Demokrasinin Parlamentarizm ve katılımcılık ilkesine en uygun olan ve halen yerel yönetimlerimizde büyük ölçüde uygulanmakta olan Başkanlık Sistemi merkezi yönetimde de uygulanmalıdır.

Devlet yönetimine istikrar, huzur, denetim, etkinlik ve güven getirmek için Devlet Başkanı doğrudan halk tarafından tek dereceli ve iki turlu bir seçimle seçilmelidir.   Hükümet (veya Devlet) Başkanının parlamentodaki nazik dengeler arasından değil bizzat Millet tarafından ve iki turlu bir seçimle belirlenmesidir. Bu belirleme mevcut problemlerin çoğunu çözecek bir dinamik oluşturur.
              
Bunları şöylece hatırlayalım. Hükümetin başının seçimle belirlenmesi yürütmenin istikrarına önemli bir katkı yapar. Hükümet ülkenin uzun vadede çözülebilecek sorunlarına eğilebilme fırsatı bulur ve icraatının meyvelerini toplamaya yeterli siyasi ömre sahip olur.

Bir siyasi partinin başı olmak hükümet başkanı seçilebilmek için şart değil avantajdır. Her halükarda iktidar kavgası seçimlerle biter. Parti başkanlığı kurumu demokratikleşir. Mevcut sulta kaybolur,  lider değil koordinatör tipi başkanlar devri başlar.

Milletvekilleri seçildikleri dar bölgelerin tek ve yetkili temsilcileri olarak parlamento faaliyetlerinde hükümeti denetler. Kanunların yapılmasında partilerin çizgilerinden çok temsil edilen bölgelerin talep ve beklentileri öne çıkar. Parlamento zeminlerinde bunları en iyi şekilde gündeme,  yasalara ve uygulamaya yansıtabilenler başarılı olurlar. İcraatların değerlendirilmesin neticeler alır.
 
Bakanların dışarıdan olması idareye ehliyet, ciddiyet, devamlılık ve etkinlik getirir. Devlet hizmetlerinde politizasyon asgariye iner.  Başkanın seçimle gelmesi onu her yönden güçlü ve üstün kılar. Bakanları ve sivil olsun askeri olsun üst bürokrasiyi başkan tayin eder ve istediği zaman da görevden alabilir. Başkan egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu gerçeğini temsil eder.

Milli iradenin yürütme kanadını böylesine güçlü bir şekilde temsil eden başkanın diktatör bir yapı oluşturması ise bugünkü biçimsel parlamenter sisteme göre çok daha zordur. Hâlihazır sistemde başkan hem hükümeti, hem parlamentoyu hem de partiyi sultası altında tutar ve hepsine hükmeder.

Başkanlık sisteminde ise başkanın partide resmi bir görevi kalmaz. Parlamento ile ilişkileri grup liderleri aracılığı ile olur. Yönetim yerelleştiği için başkanın çalışma ve etki alanı makro mesele ve politikalara inhisar eder.

Kaynakların tahsisinde ve politikaların belirlenmesinde ana belirleyici, dolayısı ile bunların kullanılmasında halkın iradesinin yansıma yeri, yürütme değil parlamentodur. Ancak yürütme ve yasamanın birbirlerini karşılıklı olarak dengeleyecekleri yetkileri vardır.

Başkan Parlamentonun çıkardığı kanunları veto edebilir. Vetonun kaldırılması ise parlamentoda daha yüksek bir karar ekseriyetini zorlar. Bakanların ve bazı önemli kamu görevlilerinin atanmasında parlamentonun uygun görmesi yönetime milletin bir güvenoyu gibidir.

Bakan olmak isteyen bir parlamenter milletvekilliği görevinden istifa etmek zorundadır. Parlamentoda milletvekillerinin parti disiplini ile hareket etmeleri bir kural değil istisnadır. Çünkü milletvekillerinin referansı başkan değil millettir.

Devlet yönetiminde Başkan ile Parlamento arasında her zaman farklılıklar olabilir. Tarafların birbirini dengeleyen yetkileri nedeni ile farklılıklar dayatma ve disiplin ile değil diyalog ve uzlaşma ile giderilir. İhtilafın devamı halinde en son söz yürütmenin değil parlamentonundur.

Yürütme ile yasama arasındaki ihtilaflar zannedildiği kadar problem olmaz, bilakis yönetime yürütme esnekliği sağlar. Her şeyi şeffaf olan bu işlemler milletçe değerlendirilir ve herkes karnesini ve notunu devamlı olarak alır.

Pratik olarak ne başkanın parlamentoyu ne de parlamentonun başkanı seçime götürmesi mümkün değildir.

Seçimler yasalarda belirtilen standart zamanlarda yapılır. Dolayısı ile seçim ekonomisi diye bir problem yoktur. Ekonomiyi etkileyen en önemli faktör merkez bankası ise yürütmeden tamamen bağımsız ve özerk bir piyasa tanzim kurumudur.

1.  Yerel ve yerinden yönetimler (İl, ilçe ve belediye yönetimleri) demokratik kuruluşlar halinde tam olarak yetkilendirip güçlendirilmelidir. Çoğulcu ve katılımcı demokrasi yayılmalı, ülkenin merkeziyetçi yapısı sona ermelidir.

2.  Genel ve yerel yönetim seçimleri; seçilenlerin adaylıktan itibaren bizzat seçmence belirlenmesini sağlayacak genişletilmiş ön seçim, dar bölge ve iki turlu olarak yapılmalıdır. Seçim yasası Anayasa güvencesine alınarak gelişigüzel değiştirmelerin önüne geçilmelidir.

3.  Siyasette, sosyal ve ekonomik faaliyetlerde sivil toplum kuruluşları ve bireyler öne çıkarılmalıdır.

4.  Demokrasilerde Toplumun temel dinamiği devlet değil, bireyler ve bunların meydana getirdikleri sosyo-ekonomik sivil toplum kuruluşlarıdır.  Devlet milletin hizmetindedir.

5.  Ülkenin büyüklüğü, etkinliği ve gücü devlet kurumlarının irileştirilmesi ile değil milletin meydana getirdiği dünyaya açılmış bütünleşmiş sanayi-ticaret şirketlerinin çoğalması, güçlenmesi ve zenginleşmesi ile sağlanmalıdır. Devlet bunların sağlıklı olarak fonksiyon yapacakları bir çerçeve düzenin tesis ve idamesi ile bunun için gerekli destek hizmetlerini vermelidir.

6.  Devlet Ekonomik faaliyetlerden ve Ticaretten bir işletici olarak tamamen çekilip sadece Makro ekonominin Üst tanzim fonksiyonunu ifa etmelidir.





BU DEĞİŞİM ÜLKEYİ BÜYÜK BİR DÜNYA DEVLETİ YAPAR:

Bu değişim ülkenin kronik hale gelmiş bütün sorunlarını çözecek güçlü ve istikrarlı bir siyasi irade ile onu her yönü ile denetleyen ve yönlendiren bir Milli İrade oluşturur.

Kamu kesiminde politik çıkar üretilmesi ve rant olarak dağıtılması imkânları ortadan kalkar. Kimlik partilerinin radikalleştirdiği siyaset alanında artık bireyler ve onların oluşturduğu siyasi üstünlük ve aksiyonlar öne çıkar.

Siyaset artık çıkar kavgası değil hizmet yarışı alanıdır. Etkin ve güçlü bir denetim ile Siyaset ve devletteki kirlenmelere son verilir.

Devlet erkleri arasında kuvvetler ayrımına dayalı bir denge ve karşılıklı kontrol ve denetim sistemi kurularak sorumsuz yetkilerle, dikta ve darbe davranışları gündemden çıkar.

Demokratikleştirme yolu ile siyasal, sosyal ve ekonomik faaliyetlerde bireyler ve sivil toplum öne çıkar ve aracı kuruluşların sultası son bulur.

Ülke ekonomisinin ana hareket gücü millet olur. Devlet milletin hizmetine girer. Ekonomi küreselleşip dünyaya açılır.

Ülke güçlü ve atılımcı bir sürece girer.  Yerel ve yerinden yönetimler demokratik kuruluşlar olarak her yönü ile yetkilendirilip güçlendirilince çoğulcu ve katılımcı demokrasi ülkeye yayılır.

Ülkenin en uç noktalarına kadar bütün insanlara hizmetin sağlıklı, güçlü ve etkin olarak ulaştığı bir kamu yönetim yapısı hayata gelir. Ülke hizmetlerindeki merkeziyetçi tıkanma da sona erer. Sağlıklı çalışan bir toplum düzeni ile adalet, iç ve dış güvenlik ve sosyal devlet gibi asli görevlerini eksiksiz yapan, makro politikalarla ekonomiye istikrar ve dinamizm getirerek vatandaşının mutluluğunu gerçekleştiren bir merkezi hükümet

Alt yapı gelişmesi, vasıflı eğitim, teknolojik açılım, tasarruf, yatırım ve kalkınma hızlanır. Türk Lirası istikrar ve güven kazanarak, verimlilik, tasarruf, yatırım, üretim ve gelir büyük ölçüde artar, ülkenin kalkınma hızı önemli ölçüde yükselir serbest piyasa ekonomisi tam anlamıyla çalışır.

Enflasyon ve işsizlik gündemden çıkar. Halkın geçim sıkıntısı ortadan kalkıp insanlar; bilim, kültür, sanat, spor ve sosyal faaliyet ve gelişmelere daha çok kaynak ve zaman ayırabilir hale gelir.

Yaşamın seviye ve kalitesi böylece yükselince de toplum, insan haklarına dayalı gerçek demokrasiyi özünde gerçekleştirir, korku ve tabulardan arınır, geleceğe tam bir güven ve ümit içinde bakarak kaynaşır ve kenetlenir, demokratik, çağdaş ve dinamik bir toplum düzeni oluşturur.

Ülkeyi ekonomik ve politik yönden istikrarlı bir şekilde yöneten, halkına güvenen, kültürel ve etnik farklılıkları ülkemizin zenginliği olarak kabul eden, her türlü yolsuzluk ve kirlenmelerden arınmış bölgesinde kalıcı barışı iç ve dış politikanın vazgeçilmez bir unsuru haline getirebilen böylesine bir devlet yönetimi, ülkemizi layık olduğu yere taşır.

Ülkenin insanları tahminlerin ötesinde bir kalkınma, refah ve mutluluk seviyesine erişir. Böyle bir sistemle idare edilen Türkiye, bölgesinin en büyük cazibe merkezi haline gelerek, Bölgesel bir Süper Devlet olur.


19 Nisan 2014 Cumartesi

Peki, fiyat nedir?

İktisat temelde bir fiyat ilmidir. 


Peki, fiyat nedir? Günümüz insanları için çocukca bir soruya benzese de ciddi iktisat tahsili yapmamış olanların fiyat kavramını hayatlarının sonuna kadar öğrenemedikleri bir hakikattir. Onlar için fiyat, para cinsinden bir rakamdır. 


Mesela okuduğunuz gazetenin fiyatı 50 kuruş, içtiğiniz sütün litresi 1 liradır. Oysa burada para sadece bir araçtır. Ne yaptınız da, o araçtan bir miktar edindiniz ve şimdi onu elinizdeki gazeteyle veya içtiğiniz sütle değiştiriyorsunuz? İçinde yaşadığınız toplumun diğer fertlerine ya bir mal ya da bir hizmet sundunuz; onun karşılığında size bir miktar "para" ödendi; şimdi onun bir kısmıyla gazete veya süt alıyorsunuz. 


Sonuç: Fiyat toplumsal bir ilişkidir. Mübadele edilen mal veya hizmetlerin birbirlerine nisbetidir. Yani bir ilişki ve bir orandır


Mustafa Özel

25 Mart 2014 Salı

“Hükümet Duyarlılığı” ve Küresel Finans Merkezi Vizyonu


10 yıla kalmadan bölgesel, 30 yıla varmadan küresel finans merkezi olması planlanan İstanbul’da neler olup bittiği, son 15 gündür neredeyse tüm dünyanın ilgisini çekiyor. İstanbul tüm cazibesine rağmen, bu sıralarda, gerçek anlamda bir küresel finans merkez olabilmesi için şart olan “kozmopolitlik” sınavından geçiyor. Tabii sadece şehir değil, tüm ülke ciddi bir sınav veriyor.


Z/Yen adlı danışmanlık şirketi, gerçek bir küresel finans merkezi olmanın unsurlarını önem sırasıyla şöyle listeliyor:

- Nitelikli İnsan Gücü;
- Düzenleyici ve Denetleyici Çerçeve;
- Uluslararası Finans Piyasalarına Ulaşım;
- İş Yapma Altyapısının Kalitesi;
- Müşterilere Ulaşım;
- Adil Ticaret Ortamı;
- Hükümet Duyarlılığı;
- Kurumsal Vergi Rejimi;
- Maliyetler;
- Uzman Tedarikçilere Ulaşım;
- Hayat Kalitesi;
- Kültür ve Dil;
- Ticari Garyrimenkullerin Kalitesi; ve
- Gelir Vergisi Rejimi.

Bu sıralamada ortalarda yer bulan “Hükümet Duyarlılığı”na ister istemez hem gözüm hem zihnim takılıp kalıyor. Diğerleri hususunda da söylenecek çok söz var, ama faiz lobisinin ve spekülatörlerin hasım ilan edildiği bir duyarlılıkta, İstanbul’un küresel finans merkezi olma vizyonunu nasıl gerçekleştireceğini de kendi kendime sormadan edemiyorum. Paraya adres gösteren bir “Hükümet Duyarlılığı” ile inanın bu vizyonu gerçekleştirmek çok zor! Gerçekleşecek olsa bile bu anlayışla, herhalde bir kaç asır sürer.

17nci yüzyılda Japonya’nın finans ve kültür merkezi olan Osaka!

Ali Perşembe Osaka ve Japonya’nın durumunu şöyle anlatıyor:

“1600’lü yıllarda Japonya’nın finans ve kültür merkezi olan Osaka kentinin Dojima semtinde vadeli işlemler dünyasının temelleri atılırken, daha kuzeyde henüz tıfıl kasabalıktan kafasını kaldıramamış olan Edo (Tokyo’nun eski adı) ve onun gibi diğer yerleşim merkezlerinde Osaka’nın başarısını sindiremeyen bir Japon kültürü fenomeni yaşanıyordu. Bu binlerce yıllık kültür kızlarını samuraylarla evlendirmek, çiftçiye saygı duymak ve zanaatkâr ve üreticinin önünde eğilmek gibi değerlerle yoğrulmuştu. Parayla uğraşmak (günümüzün fiyakalı deyimi ile “finansçı olmak”) toplumun tukaka ettiği bir meslekti. Japon kültürü bu mesleği içine hiç sindiremedi ve Osaka’da Dojima ve Yadoya’nın bahçesi gibi “borsacıların” toplandığı mahalleri her on beş yılda bir kılıçtan geçirdi. “Sosyal statüsüyle bağdaşmayan bir refaha erişmek” (yâni para işiyle uğraşarak zengin olmak) suçundan binlerce “finansçı” doğrandı, gitti. Öyle ki, Japonya ilk resmi borsasını ancak 1951 yılında açabildi. Genlerine para işi kazınmış olan Osaka’lıların bu işi yaptıkları için 300 yıl boyunca doğranmış olmalarına rağmen koca Japonya’nın birbirlerini “Mokarimakka!” (“Kâr ediyor musun?”) diye selâmlayan tek halkı olması acı bir ironi taşır...”

Batı Medeniyeti Çok mu Farklıydı?

Bunun cevabını da Niall Ferguson’dan okuyalım:

“Batı medeniyetinin tarihi boyunca finans ve finansçılara karşı devamlı yinelenen bir husumet olmuştur. Bu düşmanlığın kökleri borç vererek para kazananların tarım ve sanayi ile uğraşanların “reel” ekonomik faaliyetleri üzerinde parazitlik yaptığı fikrinde yatmaktadır ve üç nedeni vardır:

- Borçluların sayısının kreditörlerin sayısından hep daha fazla olmuş olması;

- Finansal kriz ve skandalların, finansın refah yerine fukaralık, istikrar yerine volatilitenin anasıymış gibi gözükmesine neden olacak kadar sık tekrarlanması; ve

- Yüzyıllar boyunca, dünyanın her bir tarafındaki ülkelerde finansal hizmetlerin orantısız bir biçimde daha çok etnik veya dini azınlıklar tarafından sağlanmış olması, bu azınlıkların hep toprak sahibi olmak ve kamu görevi yapmak gibi vatandaşlık haklarının kısıtlanarak kendi sıkı akrabalık ve güven şebekeleri dahilinde finans üzerine uzmanlaşıp başarılı olmaları.”

Kalkınmanın ve Maddi Refahın Kökü Paradır!

“Murdar paraya karşı önyargılarımız ne kadar kök salmış olursa olsun, kalkınmanın kökünde para yatar. İnsanlığın yükselişinde en büyük etken paranın yükselişi olmuştur. Finansal inovasyon, borçlu ailelerin kanını emen sülük olmaktan veya dul ve yetimlerin tasarruflarıyla kumar oynamaktan ziyade, insanoğlunun mağara perişanlığından bugün birçoğumuzun tanıştığı maddi refaha ulaşmasında yeri doldurulamaz bir rol oynamıştır. Medeniyetin Babil’den Hong Kong’a doğru yaptığı yolculukta borç ve kredinin evrimi en az teknolojik buluşlar kadar önemli olmuştur. Bankalar ve bono piyasaları İtalyan Rönesansı’nın, ihtişamının; kurumsal finansman Hollanda ve İngiliz imparatorluklarının; sigortacılık, konut kredileri ve tüketici finansmanı yirminci yüzyılda A.B.D. zaferinin temelleri olmuşlardır.”

“Eğer borç alma ve verme temelleri olmasaydı dünyamızın ekonomik tarihi yazılamazdı. Ve borçlular ve kreditörler arasında mütemadiyen büyüyen ilişkiler ağı olmasaydı günümüzün küresel ekonomisi stop ederdi. Evet, para dünyayı döndürmez ama dudak uçuklatacak sayıda insanın, ürünün ve hizmetin dünyayı dolaşmasını sağlar.”


*****

Kaynaklar:

Ali Perşembe, “Finansçı olmak, Rantçı Olmak ?”, 9 Temmuz 2009, Dünya Gazetesi 

Niall Ferguson, The Ascent of Money, (Londra, Penguin Books, 2008)


24 Mart 2014 Pazartesi

Rothschildler, Döviz Alım Satımı ve Kaldıraçlı İşlem

Sermayenin Anavatanı başlıklı yazı serimizde, sermayenin izini sürerken karşılaştığımız; artan finansman işlemleri ile birlikte kurulan, başlıca faaliyet alanı döviz alım satımı olan çok büyük aile şirketlerinin adlarını bir kez daha hatırlayalım: “Fuggerler,  Mediciler ve daha sonraları Rothschildler ve Baring Brothers.”



İddiaya göre bunlardan biri olan Rothschildler 19. yüzyıl boyunca, hem özelde, hem modern tarihte en büyük serveti oluşturmuşlardır.  Bu servetin arkasında neler olduğu, bu servetle ne gibi faaliyetlerde bulunduklarına dair pek çok dedikodu vardır. Ancak wikipedia.tr’de özellikle dikkat çeken bir bölüm var ki, döviz alım satımı ile uğraşan kimselerin gözünden kaçması imkansızdır. Tabi bu linki okumuşlarsa!

“Rothschildlerin en kârlı hareketlerinden birinin temeli, İngiliz zaferi halka duyurulduktan sonra atıldı. Nathan Rothschild, barışı takiben azalacak devlet borçlanmasının, savaş ertesi yurtiçi ekonomisinin yeniden yapılanmasını sona erdirecek iki yıllık dengelenme sürecinin ardından, İngiliz devlet bonolarında bir fırlama yaratacağını hesapladı. Finansal tarihin en cüretkar hareketlerinden biri olarak kabul edilen bir adımla, Nathan derhal devlet bono piyasasını o zaman için oldukça yüksek görünen bir fiyata satın alıp, iki yıl bekledikten sonra 1817'de piyasalardaki kısa bir fırlamanın tepesinde %40 kâr marjı ile sattı. Rothschild ailesinin elinde bulunan "kaldıraç" amaçlı kullanılacak (leverage) para düşünüldüğünde, bu kârın getirisinin ne kadar büyük olduğu anlaşılabilir.”

Forex ve Kaldıraçlı alım satım işlemleri

Esas itibariyle forex, bir ülkenin para birimi karşılığında başka bir ülke parasının alımı ya da satımı olarak tanımlanmaktadır. Forex, yani döviz alım satım işlemleri ticari, yatırım, riskten korunma ya da spekülatif amaçlarla dövize duyulan ihtiyaçtan dolayı yıllardır uluslararası kambiyo piyasalarında gerçekleştirilmektedir. En basit ifadesiyle, 1 ABD Doları=1.50 TL kurundan 150 TL karşılığı 100 ABD Doları alınması bir forex işlemidir.

Son yıllarda geleneksel kullanımından farklı bir şekilde yatırım amaçlı yapılan döviz işlemleri tüm dünyaya yayılmış ve yatırımcılar tarafından büyük rağbet görmüştür. Forex olarak adlandırılan bu işlemlerde iki ülke parasının birbirine ya da petrol, altın gibi emtia ve kıymetli madenlerin bir ülke parasına göre değeri alım satıma konu olmakta ve yatırımcılara yatırdıkları teminatın belirli bir katına kadar işlem yapma olanağı verilmektedir. Kaldıraç oranı olarak adlandırılan bu oran, bazen 1’e 50, 1’e 100 ve hatta 1’e 400’lere kadar ulaşabilmektedir.

Peki kaldıraç oranı yatırımcılara ne sağlar?

Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse;

Kaldıracın söz konusu olmadığı bir forex işleminde 1 ABD Doları=1,50 TL ise, elinizdeki 100 TL ile yaklaşık olarak 67 dolar alırsınız. Dolardan kâr elde etme düşüncesiyle bu işlemi yaparsanız, beklentiniz doların TL karşısında değer kazanmasıdır. Dolar 1.70 olursa, o zaman elinizdeki 67 dolarla 67x1.70=114 TL almanız mümkün hale gelir.  

Yani 14 TL kâr elde etmiş olursunuz.
Kaldıracın varlığı halinde ise; 1’e 100 kaldıraç oranıyla forex işlemi yaptıran kuruluş yatırımcısına şöyle bir teklifte bulunur:

1.000 TL karşılığında ben size 100.000 TL’lik işlem yaptıracağım ve döviz satacağım. Ama dövizi banknot olarak vermeyeceğim. İşlemi yaptığınız kur üzerinde meydana gelen değişiklikler neticesinde bir kâr oluşursa onu ödeyeceğim. Yani 100.000 TL’yi vermiş ve karşılığında 1 ABD Doları=1.50 TL den 66.667 dolar almış gibi olacaksınız. Kur 1,60 olursa o zaman, 66.667 Dolar karşılığında 106.667 TL alacaksınız.

Yani, 1.000 TL’lik teminatla 6.667 TL kâr elde etmiş olacaksınız.

Forex işlemlerini tüm dünyada cazip kılan da, yukarıda açıklandığı üzere, az miktardaki yatırımla yüksek kâr elde etme ümididir. Birçok yatırımcı, sürekli kâr elde edildiği gibi gerçeğe aykırı reklam, ilan ve duyurulardan etkilenerek, ellerindeki sınırlı tasarrufları bu alana yönlendirmekte, ancak kâr elde edemedikleri gibi, tasarruflarını tümüyle kaybedebilmektedirler.  

Çünkü kurların, yatırımcıların beklentilerinin aksine hareket etmesi durumunda, büyük zararlarla karşılaşılması kaçınılmazdır.

Yukarıda yer verdiğimiz örnekten hareket edersek, 1.000 TL teminat yatırarak, 1’e 100 kaldıraç oranıyla, 1 ABD Doları =1.50 TL’den yapılan 100.000 TL’lik bir dolar alım işleminde, fiyatın 1.40 seviyesine düşmesi durumunda, 6.667 TL zararla karşılaşılacaktır. Kurdaki düşüşün birden değil de, kademe kademe olduğunu göz önünde bulundurursak, yatırımcının pozisyonu fiyat 1.40’a dahi ulaşmadan 1.000 TL’lik teminatının tükendiği seviyede kapatılacak, yatırımcı yatırımının tümünü kaybedecektir.

Döviz piyasasının, dünya üzerindeki birçok gelişmeden etkilendiği ve fiyatların değişkenliğinin oldukça yüksek olduğu göz önüne alındığında, fiyatların yatırımcıların beklentilerinin aksi yönde değişmesi ve yatırımcıların bu piyasalarda para kaybetmesi sıklıkla yaşanmaktadır.  

Bu nedenle, tasarruflarını kaldıraçlı alım satım işlemlerine yönlendirmeyi düşünen yatırımcıların, bu işlemlerin yüksek oranda risk içerdiğini, döviz piyasaları ile ilgili bilgi ve tecrübe sahibi olmayı gerektirdiğini ve yatırımlarının tümünü kaybetme olasılığı ile karşı karşıya kalabileceklerini dikkate alarak karar vermeleri gereklidir.


*****

Kaynak: www.spk.gov.tr