Z/Yen adlı danışmanlık şirketi, gerçek bir küresel finans
merkezi olmanın unsurlarını önem sırasıyla şöyle listeliyor:
- Nitelikli
İnsan Gücü;
- Düzenleyici
ve Denetleyici Çerçeve;
- Uluslararası
Finans Piyasalarına Ulaşım;
- İş Yapma
Altyapısının Kalitesi;
- Müşterilere
Ulaşım;
- Adil
Ticaret Ortamı;
- Hükümet
Duyarlılığı;
- Kurumsal
Vergi Rejimi;
- Maliyetler;
- Uzman
Tedarikçilere Ulaşım;
- Hayat
Kalitesi;
- Kültür
ve Dil;
- Ticari
Garyrimenkullerin Kalitesi; ve
- Gelir
Vergisi Rejimi.
Bu sıralamada ortalarda yer bulan “Hükümet Duyarlılığı”na
ister istemez hem gözüm hem zihnim takılıp kalıyor.
Diğerleri hususunda da söylenecek çok söz var, ama faiz lobisinin ve
spekülatörlerin hasım ilan edildiği bir duyarlılıkta, İstanbul’un küresel
finans merkezi olma vizyonunu nasıl gerçekleştireceğini de kendi kendime sormadan
edemiyorum. Paraya adres gösteren bir “Hükümet Duyarlılığı” ile inanın bu
vizyonu gerçekleştirmek çok zor! Gerçekleşecek olsa bile bu anlayışla, herhalde
bir kaç asır sürer.
17nci yüzyılda
Japonya’nın finans ve kültür merkezi olan Osaka!
Ali Perşembe Osaka ve Japonya’nın durumunu şöyle anlatıyor:
“1600’lü yıllarda Japonya’nın finans ve kültür merkezi olan
Osaka kentinin Dojima semtinde vadeli işlemler dünyasının temelleri atılırken,
daha kuzeyde henüz tıfıl kasabalıktan kafasını kaldıramamış olan Edo (Tokyo’nun
eski adı) ve onun gibi diğer yerleşim merkezlerinde Osaka’nın başarısını sindiremeyen
bir Japon kültürü fenomeni yaşanıyordu. Bu binlerce yıllık kültür kızlarını
samuraylarla evlendirmek, çiftçiye saygı duymak ve zanaatkâr ve üreticinin
önünde eğilmek gibi değerlerle yoğrulmuştu. Parayla uğraşmak (günümüzün
fiyakalı deyimi ile “finansçı olmak”) toplumun tukaka ettiği bir meslekti.
Japon kültürü bu mesleği içine hiç sindiremedi ve Osaka’da Dojima ve Yadoya’nın
bahçesi gibi “borsacıların” toplandığı mahalleri her on beş yılda bir kılıçtan
geçirdi. “Sosyal statüsüyle bağdaşmayan bir refaha erişmek” (yâni para işiyle
uğraşarak zengin olmak) suçundan binlerce “finansçı” doğrandı, gitti. Öyle ki,
Japonya ilk resmi borsasını ancak 1951 yılında açabildi. Genlerine para işi
kazınmış olan Osaka’lıların bu işi yaptıkları için 300 yıl boyunca doğranmış
olmalarına rağmen koca Japonya’nın birbirlerini “Mokarimakka!” (“Kâr ediyor
musun?”) diye selâmlayan tek halkı olması acı bir ironi taşır...”
Batı Medeniyeti Çok
mu Farklıydı?
Bunun cevabını da Niall Ferguson’dan okuyalım:
“Batı medeniyetinin tarihi boyunca finans ve finansçılara
karşı devamlı yinelenen bir husumet olmuştur. Bu düşmanlığın kökleri borç
vererek para kazananların tarım ve sanayi ile uğraşanların “reel” ekonomik
faaliyetleri üzerinde parazitlik yaptığı fikrinde yatmaktadır ve üç nedeni
vardır:
- Borçluların
sayısının kreditörlerin sayısından hep daha fazla olmuş olması;
- Finansal
kriz ve skandalların, finansın refah yerine fukaralık, istikrar yerine
volatilitenin anasıymış gibi gözükmesine neden olacak kadar sık tekrarlanması;
ve
- Yüzyıllar
boyunca, dünyanın her bir tarafındaki ülkelerde finansal hizmetlerin orantısız
bir biçimde daha çok etnik veya dini azınlıklar tarafından sağlanmış olması, bu
azınlıkların hep toprak sahibi olmak ve kamu görevi yapmak gibi vatandaşlık
haklarının kısıtlanarak kendi sıkı akrabalık ve güven şebekeleri dahilinde
finans üzerine uzmanlaşıp başarılı olmaları.”
Kalkınmanın ve Maddi
Refahın Kökü Paradır!
“Murdar paraya karşı önyargılarımız ne kadar kök salmış
olursa olsun, kalkınmanın kökünde para yatar. İnsanlığın yükselişinde en büyük
etken paranın yükselişi olmuştur. Finansal inovasyon, borçlu ailelerin kanını
emen sülük olmaktan veya dul ve yetimlerin tasarruflarıyla kumar oynamaktan
ziyade, insanoğlunun mağara perişanlığından bugün birçoğumuzun tanıştığı maddi
refaha ulaşmasında yeri doldurulamaz bir rol oynamıştır. Medeniyetin Babil’den
Hong Kong’a doğru yaptığı yolculukta borç ve kredinin evrimi en az teknolojik
buluşlar kadar önemli olmuştur. Bankalar ve bono piyasaları İtalyan
Rönesansı’nın, ihtişamının;
kurumsal finansman Hollanda ve İngiliz imparatorluklarının; sigortacılık, konut
kredileri ve tüketici finansmanı yirminci yüzyılda A.B.D. zaferinin temelleri
olmuşlardır.”
“Eğer borç alma ve verme temelleri olmasaydı dünyamızın
ekonomik tarihi yazılamazdı. Ve borçlular ve kreditörler arasında mütemadiyen
büyüyen ilişkiler ağı olmasaydı günümüzün küresel ekonomisi stop ederdi. Evet,
para dünyayı döndürmez ama dudak uçuklatacak sayıda insanın, ürünün ve hizmetin
dünyayı dolaşmasını sağlar.”
*****
Kaynaklar:
Ali Perşembe, “Finansçı olmak, Rantçı Olmak mı?”, 9 Temmuz 2009, Dünya Gazetesi
Niall Ferguson, The Ascent of Money, (Londra, Penguin Books,
2008)