Key Points

`Win or lose, everybody gets what they want out of the market. Some people seem to like to lose, so they win by losing money.` Ed Seykota

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Sermaye’nin Anavatanı (2)


Devalüasyon

Yeni Dünya’dan muazzam miktarda altın ve gümüşün taşındığı İspanya’ya tekrardan dönelim. 


Kraliyet finansmanının artık eski bir dümen sayılan bir değer yöntemi vardı: Para biriminin devalüe edilmesiyle para arzının artırılması. 1523’de İspanyol Cortes, V. Carlos’u yüksek değerdeki madeni paraların yurtdışına çıkarılmasını önlemek amacıyla içerdikleri altının azaltılması için uyarmıştı. Bu yolla aynı miktardaki altınla daha çok sayıda madeni para basabileceklerdi. Neredeyse dipsiz bir altın külçe kuyusuna sahip olduğu halde, Carlos’un bu adımı atmaya karar vermesi, ihtiyacının ne kadar büyük olduğunu gösteriyordu. Diğer hükümdarlar da aynı yolu izlemekte gecikmeyeceklerdi. VIII. Henry’nin 1542 ile 1547 yılları arasındaki politikası o kadara açıktı ki, bu hareketi büyük harflerle “Büyük Değer Düşürme” olarak anılıyordu. Henry’nin paranın değerini düşürmesi, 1540’larda Fransa ile yaptığı savaşın doğrudan sonucuydu. “Değerli olan her şey için Darphane’yi çalıştırmıştı.”

Mallar Paradan Daha Değerli Olunca

Bu ortamda zorunlu olarak harcama yapanlar yalnızca krallıklar değildi. Enflasyon kendi kalıcı zorunluluklarını yaratır. Mallar insanlar için paradan daha değerli olunca, enflasyon tüketicilerin, özellikle de iş adamı ve çiftçilerin stok yapmalarını teşvik eder. Biraz daha ayrıntılı baktığımızda, stok yapmanın yerini spekülasyonun aldığını görürüz: İnsanlar ihtiyaçları olmayan şeyleri önceden satın alırlar veya piyasayı ele geçirmeye çalışırlar. Bunun nedeni ya beklenen fiyat artışlarına karşı tedbir almak ya da bu malları ileride daha yüksek fiyatlardan satmaktır. Tüm bunlar fiyatların daha da yükselmesine yol açan yoğun bir baskı oluşturur ve yükselen fiyatlar daha da fazla stok ve spekülasyon yapılmasına teşvik eder.

Hazinelerin Fiyat Devrimi Üzerindeki Etkisi: Teorik Düşünceler

Adam Smith’e göre, Amerika’daki bol miktarda madenin keşfi tek neden olarak görünmektedir. İlk bakışta da böyle görülebilir. Ancak 1470’de başlayan fiyat artışları, 1500’lere gelindiğinde Avrupa’nın her yerinde tırmanışta olmasına rağmen, 1520 yılına kadar İspanya’ya ciddi sayılabilecek miktarda altın gelmemişti. Başka bir neden artan nüfus artışı olarak değerlendirilebilir. Bu durumda ise nüfus artışı yüksek ülkelerde (Hindistan ve Bangladeş gibi) enflasyonun artması, az olan ülkelerde ise istikarlı olması ya da düşmesi gerekirdi. Gerçekler bu varsayıma pek uygun değildir. Bazı durumlarda neden olabilir, ama yeterli bir neden değildir. Asıl mesele “artan nüfusun daha yüksek fiyatlara ödeyecek parayı nereden bulacağı?” meselesidir. Bu soru yanıtını da içermektedir: Para arzı artmalıdır.

Çok Önemli Bir Not!

İşte tam da bu arada, şu önemli notu düşelim: Avusturya Okulu’na mensup günümüz finans ve iktisatçılarından olan Krassimir Petrov, bu durumda oluşacak olan sarmalı fevkalade açıklamaktadır: “Para arzı ile enflasyon tetiklenirken, para talebi ile hiperenflasyon tetiklenir!”

Jean Bodin ve Monetarist Görüş

Fransız Jean Bodin’e göre - ki 1568 yılında dikkate değer bir ekonomik araştırma yapmıştır – Amerika’dan İspanya’ya akan muazzam miktarlardaki değerli maden, Fransa ve İtalya’ya oranla İspanya’da fiyatları yükseltmiştir. Çünkü, “İspanya zengin, kibirli ve tembeldir... Fiyatların yükselmesine kısmen altın ve gümüş bolluğu neden olmuştur.”

Bodin enflasyonun her zaman ve her yerde parasal bir olgu olduğunu ileri süren Nobel ödüllü Milton Friedman’ın ortaya koyduğu ekonomi teorisinin önemli bir kolunu oluşturan monetarizmin fikir babasıdır. Genel bir fiyat artışı sırasında alıcı aynı mal ve hizmet sepeti için daha fazla para harcamak zorundadır. Yani, enflasyon bir şekilde finanse edilmedikçe devamlılık gösteremez ve kronikleşmez. Alıcılar aynı satın alma düzeyini korumak için ihtiyaç duydukları ekstra parayı bulamadıkları takdirde, alımlarını azaltıp, daha az şey alacaklar, dolayısıyla da satıcıların fiyat artışlarını sürdürme kabiliyetlerini sınırlandıracaklardır. Bu nedenle monetaristler, Yeni Dünya’nın altın ve gümüş külçelerinden üretilen para arzı artışından beslenmemiş olması halinde, 16. yüzyıldaki Fiyat Devrimi’nin asla bu kadar uzun süremeyeceğini ileri sürmüşlerdir.

Maamafih, gerçekleri monetarist kurama uyarlamak Bodin’in ortaya koyduğu kadar kolay değildir. Elde edilen hazinenin tümü para olarak Avrupa’da kalmamıştır. Her zaman olduğu gibi stokçuluk hazinenin bir kısmını dolaşımın dışında tutmuş, bir kısmı da kiliselerdeki görkemli süslemelerde kullanılmıştır. Ve önemli bir miktar ise Asya’ya sevk edilerek, asla geri dönmemiştir.

Bu arada altın kaçakçılığı da artmıştır. Resmi istatistiklere nazaran, gayri resmi bilgiler incelendiğinde, İspanya’ya akan değerli maden miktarının 1600’den sonra fiilen arttığı görülmektedir. Brezilya’daki muazzam altın madenleri Portekiz’e 1700 yılından sonra sevk edilmeye başlanmış, fakat bu tarihe gelindiğinde Fiyat Devrimi sahneyi çoktan terk etmiştir. Monetarizmin en seçkin otoritelerinden ve Milton Friedman’ın takım arkadaşlarından Anna Schwartz bile, Fiyat Devrimi deneyiminin “esas” monetarizm “varsayımıyla çelişkili” olduğunu belirtmiştir.

Diğer ekonomistler ise, monetarizmin tek bir ekonomik değişkene odaklanmasına karşı çıkmakta, iddiayı tam tersinden ele almayı tercih etmektedir. Bu yaklaşıma göre, 16. yüzyıldaki Fiyat Devrimi değerli maden biçimindeki para arzının artması sonucunda ortaya çıkmamıştır; daha çok, yükselen fiyat düzeyi paraya olan talebi artırmış ve bu da İspanyolların Amerika’dan altın ve gümüş getirme çabalarını ikiye katlamalarına neden olmuştur. Bu perspektiften bakıldığında, genişleyen para arzı enflasyonun nedeni değil, sonucudur.

Fiyat Devrimi’ne neyin nasıl sebep olduğu pek önemli değildir, ancak kalıcı olmasında en önemli rolü Amerika’dan Avrupa’ya getirilen hazinelerin oynadığı bir gerçektir. Krassimir Petrov’un tesbit ettiği sarmal yine karşımıza çıkmaktadır. İspanya’da fiyatlar kısa sürede Fransa’daki fiyatların üzerine çıkmıştır.