Key Points

`Win or lose, everybody gets what they want out of the market. Some people seem to like to lose, so they win by losing money.` Ed Seykota

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Sermaye’nin Anavatanı (1)


“Altın: Tek Güvenli Değişim Aracı” başlıklı yazımızın son paragrafında, “Para Deyip Geçmemeli!” diye ara başlık atmıştık. Şimdi de, bu paranın izini biraz olsun sürmeye çalışalım. Rengi, dini, ırkı olmayan paranın vatanının bile olmadığı; Çinlilerin ettiği bedduada olduğu gibi “İlginç Bir Çağ”da yaşıyoruz. Her yerde kargaşa hakim ve doğası gereği hızı tetikliyor. Bir tuşla elektronik alemde milyarlarca dolar el değiştiriyor. Her şeyi hız belirliyor!  Öyle ki, ne gündeme, ne güncele yetişebiliyoruz.

Tabii ki, bu böyle gitmeyecek! Her şeyin bir sonu olduğu gibi, bu ilginçliğin de bir sonu olacak. Yüksekten düşüp yuvarlanan bir top düzlüğe çıktığında, durmadan önce, nasıl en hızlı ivmesini yakalıyorsa, öyle bir durumda olduğumuzu belirtmekle yetinelim ve paranın izini sürmeye başlayalım.

Mundus Novus

Bundan 500 yıl önce yine bir Haçlı Seferi bu sefer Batı’ya düzenlendi. Tam 200 yıl boyunca yağmalanan bu deniz aşırı kara parçası, Aztek, Maya ve İnka Medeniyetlerine tanıklık etmişti. Eski Dünya için Yeni Dünya idi: Mundus Novus. Maamafih, Hristıyanlaştırma amacıyla kutsanmış seferler, “kutsal altın susuzluğu”na dönüşmüştü. Hem medeniyetleri hem kâşifleri lanetiyle trajik sona götüren altının gücü bir kez daha kendini göstermişti.

1500’lerde Yeni Dünya’dan muazzam miktarlarda altın ve gümüş Atlantik üzerinden İspanya’ya taşındı. Bir yetkiliye göre, yüzyılın sonunda Avrupa’daki altın ve gümüş stoku, 1492’deki miktarın yaklaşık beş katına ulaşmıştı.

Yeni Dünya’dan getirilen altın ve gümüş miktarı o kadar büyüktü ki, hazineleri Avrupa’ya taşıyan silahlı filolarda ortalama 60 gemi bulunuyordu. Bazen bu sayı 100’e kadar çıkıyordu. 1500’lerde bu gemilerin her biri 200 ton yük taşımaktaydı. 1600’lerde büyük gemilerde taşınan yük yaklaşık 400 tona çıkmıştı. Yalnızca 1564 yılında getirdiği hazineleri boşaltmak üzere Seville’e yanaşan gemi sayısı 154’tü. 16. yüzyılın sonunda Amerika’dan İspanya’ya sevk edilen her türlü yükün değeri kıymetli madenlerle hesaplanıyordu.

İronik Bir Değişim

16. yüzyıl boyunca bütün bu altınların Avrupa ekonomisi üzerindeki etkileri izlendiğinde, öykünün en sonunda ironik bir değişime uğradığı görülür. Tarihin çoğu dönemimde altının rakibi gümüş olmuştur. Ancak 16. yüzyıl sonlarına doğru her iki değerli madenle de boy ölçüşecek ciddi bir rakip gelişmeye başlamıştı. Bu, hükümetler yerine özel kurumların borçlanma enstrümanı olarak ihraç ettiği kağıt formundaki paraydı. Kimsenin pek dikkatini çekmese de, şimdi gelecek kendisini göstermeye başlıyordu.

“16. Yüzyıl Fiyat Devrimi”

1500’lerde Yeni Dünya’dan muazzam miktarlarda altın ve gümüş İspanya’ya taşınırken, Avrupa’da da ciddi ekonomik değişiklikler yaşanıyordu. Biraz daha geç gelmekle birlikte, Asya’da da benzer değişiklikler kendini gösteriyordu. 1500’lerde fiyat hareketleri ve paraya olan talep öylesine çarpıcı bir değişim geçirmişti ki, ekonomistler bu dönemden “16. Yüzyıl Fiyat Devrimi” diye söz ederler. Fiyat Devrimi, bitmek tükenmek bilmeyen savaşlar, uluslararası ticaretin birden gelişmesi ve Uzak Doğu’da binlerce kilometre uzaklıktaki insanlarla yapılan ticaretin genişlemesi, iş yapma yöntemlerini kolaylaştırmış ve finansal işlemlerin niteliğini dönüştürmüştü. 16. yüzyılda kralların yaşadığı finansal güçlükleri bir yana bırakırsak, özel sektördeki işler geçmişte olduğundan çok daha kapsamlı bir düzeye erişmişti.

Tarihteki En İnatçı Enflasyon

Bütün yüzyılın tarzını belirleyen Fiyat Devrimi, 1470 yılından itibaren İtalya ve Almanya’da ilk artışlarla kendini göstermeye başlamış, sonra enflasyon bir veba salgını gibi adım adım, 1480’lerde İngiltere ve Fransa’da ortaya çıkmış, sonraki on yılda İberya’ya uzanmış ve 1500’lerin başlarında Doğu Avrupa’da filizlenmişti. Fiyatlar her yıl yükselmese de, özellikle tarım fiyatları dalgalı seyrediyordu; dalgalanmlarda dipler bir öncekinin altında olmasına rağmen, her tepe noktası yeni bir rekor şeklinde gerçekleşiyordu.

Geleceği bir belirsizlik perdesiyle örttüğü için her zaman rahatsız edici olan enflasyon, 16. yüzyılda Avrupa’da yaşayanlar açısından fazlasıyla şok edici ve sarsıcıydı. Daha önce benzer deneyimleri olmamıştı. Bunu açıklayacak bir ekonomik kuram yoktu. Enflasyonla başa çıkabilecekleri yerleşik bir kural ya da politikaya sahip değillerdi. Hasadın kötü olması nedeniyle kısa enflasyon dönemleri geçirmişlerdi, ama yüz yılı aşkın bir zaman geçmiş, tarihte hiçbir enflasyon bu kadar inatçı olmamıştı.

Fiyat artışları hammadelerde, özellikle tarım ürünlerinde daha hızlıydı. 1480 yılından 1650’ye kadar İngiltere’de kereste, et ve tahıl beş ila yedi kat yükselmişti. Yalnızca mamül maddelerin fiyatı üçe katlanmıştı. 170 yıl içinde yüzde 700 artış hesaplandığında, ortalama yılda 1,2’ye gelir; ama ücretlere yapılan zamlar, ihtiyaç maddelerindeki fiyat artışının yarısının bile altında kalıyor, dolayısıyla da enflasyonist baskıların sertliği ve kalıcılığı insanları fazlasıyla sarsıyordu. O dönemde paranın alım gücü ve işçi gelirlerinin gerilemesi tehlikeli boyutlardaydı.

Bu Gerilemenin  Nedeni Neydi?

Konuya ilişkin tartışmalarla ilgili kapsamlı bir literatür vardır. Tartışmaların temel noktası, Fiyat Devrimi’nin bu kadar uzun sürmesine yalnızca tek bir şeyin neden olmadığıdır. Ekonomi tarihçisi Glyn Daves Fiyat Devrimi’ni, “tuhaf ve derin” olarak betimlemiştir. Meseleyi derinlemesine incelemiş olan dönemin literatürüne bakıldığında, belirtilen nedenlerden bazılarının tarımdaki gerileme, aşırı vergilendirme, nüfus azalması, piyasa manipülasyonu, yüksek emek maliyetleri, serserilik, lükse düşkünlük ve Cenevizli iş adamlarının başvurduğu türden entrikalar olduğu görülmektedir.

“Pecunia Nervus Belli” Tacitus

Enflasyon, harcamaların hızla arttığı ve barış dönemindeki mal ve hizmet üretiminin düşme eğilimine girdiği savaş dönemlerinde her zaman görülmüştür. Tacitus, “Pecunia nervus belli” (Para savaşın tendonudur) diye yazmıştır. Avrupa kıtasında 1551’den 1651’e kadar geçen 100 yıl içinde barış içinde geçen tek bir yıl bile olmamıştı. Bu savaşları finanse etmekten kaynaklanan bütçe sorunları 16. yüzyıldaki vergi sistemleriyle daha da yoğunlaşmıştı. Bu da neredeyse bütün yükü alt sınıfların sırtına bindirmişti. Enflasyon sürecinde en geri konuma itilenler alt sınıflar olduğundan, devlet gelirleri enflasyon ve savaşın sürekli yukarıya çektiği devlet harcamalarının gerisinde kalmıştı. Bunun sonucunda da kaçınılmaz olarak muazzam bütçe açıkları oluşmuş ve devlet borçları hızla artmıştı. Neticede bulunan iki finansal çözüm İspanya’nın asientos’u ve Fransa’nın Grand Parti’siydi. Her ikisi de, modern anlamıyla sermaye piyasalarından borç alma biçimiydi ve İtalya, Almanya ve Hollanda’daki bankaların hesaplarında biriken geleneksel özel borçlanma yöntemlerini tamamlıyordu.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder