Key Points

`Win or lose, everybody gets what they want out of the market. Some people seem to like to lose, so they win by losing money.` Ed Seykota

25 Mart 2014 Salı

“Hükümet Duyarlılığı” ve Küresel Finans Merkezi Vizyonu


10 yıla kalmadan bölgesel, 30 yıla varmadan küresel finans merkezi olması planlanan İstanbul’da neler olup bittiği, son 15 gündür neredeyse tüm dünyanın ilgisini çekiyor. İstanbul tüm cazibesine rağmen, bu sıralarda, gerçek anlamda bir küresel finans merkez olabilmesi için şart olan “kozmopolitlik” sınavından geçiyor. Tabii sadece şehir değil, tüm ülke ciddi bir sınav veriyor.


Z/Yen adlı danışmanlık şirketi, gerçek bir küresel finans merkezi olmanın unsurlarını önem sırasıyla şöyle listeliyor:

- Nitelikli İnsan Gücü;
- Düzenleyici ve Denetleyici Çerçeve;
- Uluslararası Finans Piyasalarına Ulaşım;
- İş Yapma Altyapısının Kalitesi;
- Müşterilere Ulaşım;
- Adil Ticaret Ortamı;
- Hükümet Duyarlılığı;
- Kurumsal Vergi Rejimi;
- Maliyetler;
- Uzman Tedarikçilere Ulaşım;
- Hayat Kalitesi;
- Kültür ve Dil;
- Ticari Garyrimenkullerin Kalitesi; ve
- Gelir Vergisi Rejimi.

Bu sıralamada ortalarda yer bulan “Hükümet Duyarlılığı”na ister istemez hem gözüm hem zihnim takılıp kalıyor. Diğerleri hususunda da söylenecek çok söz var, ama faiz lobisinin ve spekülatörlerin hasım ilan edildiği bir duyarlılıkta, İstanbul’un küresel finans merkezi olma vizyonunu nasıl gerçekleştireceğini de kendi kendime sormadan edemiyorum. Paraya adres gösteren bir “Hükümet Duyarlılığı” ile inanın bu vizyonu gerçekleştirmek çok zor! Gerçekleşecek olsa bile bu anlayışla, herhalde bir kaç asır sürer.

17nci yüzyılda Japonya’nın finans ve kültür merkezi olan Osaka!

Ali Perşembe Osaka ve Japonya’nın durumunu şöyle anlatıyor:

“1600’lü yıllarda Japonya’nın finans ve kültür merkezi olan Osaka kentinin Dojima semtinde vadeli işlemler dünyasının temelleri atılırken, daha kuzeyde henüz tıfıl kasabalıktan kafasını kaldıramamış olan Edo (Tokyo’nun eski adı) ve onun gibi diğer yerleşim merkezlerinde Osaka’nın başarısını sindiremeyen bir Japon kültürü fenomeni yaşanıyordu. Bu binlerce yıllık kültür kızlarını samuraylarla evlendirmek, çiftçiye saygı duymak ve zanaatkâr ve üreticinin önünde eğilmek gibi değerlerle yoğrulmuştu. Parayla uğraşmak (günümüzün fiyakalı deyimi ile “finansçı olmak”) toplumun tukaka ettiği bir meslekti. Japon kültürü bu mesleği içine hiç sindiremedi ve Osaka’da Dojima ve Yadoya’nın bahçesi gibi “borsacıların” toplandığı mahalleri her on beş yılda bir kılıçtan geçirdi. “Sosyal statüsüyle bağdaşmayan bir refaha erişmek” (yâni para işiyle uğraşarak zengin olmak) suçundan binlerce “finansçı” doğrandı, gitti. Öyle ki, Japonya ilk resmi borsasını ancak 1951 yılında açabildi. Genlerine para işi kazınmış olan Osaka’lıların bu işi yaptıkları için 300 yıl boyunca doğranmış olmalarına rağmen koca Japonya’nın birbirlerini “Mokarimakka!” (“Kâr ediyor musun?”) diye selâmlayan tek halkı olması acı bir ironi taşır...”

Batı Medeniyeti Çok mu Farklıydı?

Bunun cevabını da Niall Ferguson’dan okuyalım:

“Batı medeniyetinin tarihi boyunca finans ve finansçılara karşı devamlı yinelenen bir husumet olmuştur. Bu düşmanlığın kökleri borç vererek para kazananların tarım ve sanayi ile uğraşanların “reel” ekonomik faaliyetleri üzerinde parazitlik yaptığı fikrinde yatmaktadır ve üç nedeni vardır:

- Borçluların sayısının kreditörlerin sayısından hep daha fazla olmuş olması;

- Finansal kriz ve skandalların, finansın refah yerine fukaralık, istikrar yerine volatilitenin anasıymış gibi gözükmesine neden olacak kadar sık tekrarlanması; ve

- Yüzyıllar boyunca, dünyanın her bir tarafındaki ülkelerde finansal hizmetlerin orantısız bir biçimde daha çok etnik veya dini azınlıklar tarafından sağlanmış olması, bu azınlıkların hep toprak sahibi olmak ve kamu görevi yapmak gibi vatandaşlık haklarının kısıtlanarak kendi sıkı akrabalık ve güven şebekeleri dahilinde finans üzerine uzmanlaşıp başarılı olmaları.”

Kalkınmanın ve Maddi Refahın Kökü Paradır!

“Murdar paraya karşı önyargılarımız ne kadar kök salmış olursa olsun, kalkınmanın kökünde para yatar. İnsanlığın yükselişinde en büyük etken paranın yükselişi olmuştur. Finansal inovasyon, borçlu ailelerin kanını emen sülük olmaktan veya dul ve yetimlerin tasarruflarıyla kumar oynamaktan ziyade, insanoğlunun mağara perişanlığından bugün birçoğumuzun tanıştığı maddi refaha ulaşmasında yeri doldurulamaz bir rol oynamıştır. Medeniyetin Babil’den Hong Kong’a doğru yaptığı yolculukta borç ve kredinin evrimi en az teknolojik buluşlar kadar önemli olmuştur. Bankalar ve bono piyasaları İtalyan Rönesansı’nın, ihtişamının; kurumsal finansman Hollanda ve İngiliz imparatorluklarının; sigortacılık, konut kredileri ve tüketici finansmanı yirminci yüzyılda A.B.D. zaferinin temelleri olmuşlardır.”

“Eğer borç alma ve verme temelleri olmasaydı dünyamızın ekonomik tarihi yazılamazdı. Ve borçlular ve kreditörler arasında mütemadiyen büyüyen ilişkiler ağı olmasaydı günümüzün küresel ekonomisi stop ederdi. Evet, para dünyayı döndürmez ama dudak uçuklatacak sayıda insanın, ürünün ve hizmetin dünyayı dolaşmasını sağlar.”


*****

Kaynaklar:

Ali Perşembe, “Finansçı olmak, Rantçı Olmak ?”, 9 Temmuz 2009, Dünya Gazetesi 

Niall Ferguson, The Ascent of Money, (Londra, Penguin Books, 2008)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder